Takı, kişinin kendisini güzel hissetmek ya da güzel göstermek istemesinin dışında, onu taşıyanı kem gözlerden korumak için tasarlanmış bir nesnedir ve bir ilişki kurma biçimidir. Kolye, taç, bilezik, iğne, kemer, yüzük, küpe, halhal gibi formlarıyla Mezopotamya, Mısır, Helen, Etrüsk, Roma krallarının ve egemen sınıfların taktıkları görkemli biçimleriyle din ve devlet gücünün de simgesidir.
İlk takı nerede ve kimler tarafından kullanıldı?
İnsanoğlunun yerleşik düzene geçmesiyle birlikte M.Ö. 7000 ila 5000 yılları arasında taş, hayvan dişleri, kemik, deniz kabukları gibi doğada bulunan her şey, boncuk dizileri, bilezik ve yüzük olarak tasarlanmış ve yaşamda yerini almıştır. Değerli madenlerden takı üretimi yani kuyumculuğun başlangıcı M.Ö. 4000 lere tarihlenir. Ancak bu döneme ait bulgular yok denecek kadar azdır. Buluntular, M.Ö. 3000 yıllarından itibaren Truva ve Alacahöyük gibi merkezlerde takı sanatının teknik ve tasarım olarak çok geliştiğini ortaya koymuştur. Ege kıyılarındaki kent devletleri ve Lidya’nın başkenti Sardes kuyumculuğun merkezidir. Takılarda kullanılan birçok figür ve form Artemis ile yakından ilişkilidir. O’nun kutsal hayvanlarından arı, küpelerde, broşlarda ve iğne topuzlarında sıklıkla kullanılmıştır. Hilâl, Artemis’in ay tanrıçası kimliğini yansıtır; küpe ve sarkaçlarda sıklıkla görülür. Atmaca, Tanrıça’nın doğadaki egemenliğinin simgesidir. Bitki motifleri bereketle ilgilidir. Antik dönemde de tıpkı günümüzde olduğu gibi, takı ağırlıklı olarak kadınlar için imal edilmiştir. O dönemde erkekler sadece yüzük ve gerektiğinde çelenk takarlardı. Ancak Ortaçağ Avrupa’sında soylu erkeklerin taktığı madalyonlar oldukça dikkat çekicidir.
Takı da tıpkı giyim kuşam gibi zaman içinde değişime uğramıştır. Örneğin Persler döneminde giyim tarzı değiştiğinden fibulalar ve topuzlu iğneler yerini elbise tokalarına ve apliklere bırakır. Yüzük daha sık kullanılan bir takı haline gelir. Bir çeşit nazarlık olan skarabelerin oynar şekilde yüzüğe monte edilmiş hali, fâni alemde yeniden hayat bulmayı sembolize eder. Küpe, gerdanlık ve sarkaçlarda yarı değerli taşlar ve cam kullanımı artar, böylece takılarda renk olgusu hakimiyet kazanır. Bu dönemde Lapseki, kuyumculukta altın çağını yaşamaktadır. Takı üzerinde üçgen ve baklava deseni ağırlık kazanmıştır. Üçgen, Persler’in tek tanrılı dininde dünyanın anası Anahita, ışık ve doğruluk ilkesi Ahuramazda ve kötülük ilkesi Ahirman’ı temsil etmektedir. Bereket sembolü ise bir süre için nardır. Telkâri tekniğiyle takı üretimi de bu dönemde başlamıştır.
Helenistik Çağ’la birlikte yeni motifler ortaya çıkar. Herakles düğümü ve aşkı simgeleyen Afrodit, takıların başlıca konusudur. Aşk; kuş ve mersin ağacı motifleriyle betimlenir. Yarı değerli taş kullanımı artar ve takı biçimleri de çeşitlenir. Küpe, çelenk, diademler, saç iğneleri, gerdanlıklar, göğüs süsü ve saç fileleri gündeme gelir.
Anadolu’nun Roma eyaleti olmasıyla birlikte takıda da merkez Roma olur. Bu dönemde küpe ve yüzükler çeşitlenir. Motif olarak, imparatorluk sikkesi ve madalyonu bolca kullanılır. Ancak mitolojik figürler bu dönemde de yerini halâ korumaktadır.
Bizans’ın gösterişli sanatının ortaya çıkışında hiç kuşkusuz Helenistik ve Roma geleneklerinin büyük bir payı vardır. Özellikle Romalı kimlik VI. yüzyıla kadar yönetim ve sanatta etkisini korur. Üç kıtaya yayılan imparatorluk sayesinde çeşitli kültürlerle iç içelik, kendini ekonomik alanda bir zenginlik olarak gösterir. Bu dönemde tüm değerli madenler, taşlar ve en önemlisi sanatkârlar dönemin cazibe merkezi olan Constantinopolis’e akar. Bizans uygarlığında yaşamı ve sanatı yönlendiren en önemli unsur dindir. Hristiyanlığın simgesi olan haç, kilise planlarından sütun başlıklarına, küpeden kapı tokmağına kadar geniş bir yelpazede kendini gösterir. IV. Ve V. yüzyıllarda Bizans sanatının her alanında olduğu gibi kuyumculukta da Roma etkisi görülürken, Constantinopolis VI. yüzyıldan itibaren imparatorluğun kuyumculuk merkezine dönüşmüş ve kendine özgü form, desen ve teknikleri geliştirmiştir.
Bizans’ta takıların ve değerli madenlerden yapılmış eşyaların kullanımı Avrupa’dan çok daha yaygındır. Savurganlık ve lüks düşkünlüğü birçok din adamını kızdıracak boyuttadır.Daha çok, imparator ile ailesine ve soylu kesime hizmet veren, Papa’ya ve diğer ülkelere gönderilecek değerli eşyaları hazırlayan imparatorluk atölyeleri, etrafı surlarla çevrili bir kale görünümünde olan Büyük Saray’ın sınırları içindedir. Tören taçları, kilise eşyaları ve saray kap kacakları da bu atölyelerde üretilmektedir. Halk için üretim yapan kuyumcu atölyelerinde en çok kullanılan malzeme camdır.
Bizans’ın siyasî ve ekonomik olarak zorlandığı dönemlerde bile Bizanslı kadınlar süslenmekten vazgeçmemişler ve ucuz malzemelerden yapılan takıların kullanımı artmıştır. Mücevherlerde renkli taş kullanımı Bizans sanatındaki doğu etkilerinin yansımasıdır.Bizans takıları arasında taçlar, küpeler, kolyeler ve kolye uçları, fibulalar, iğneler, kemer ve kemer tokaları ile yüzükler sayılabilir. Taçlar, soyluluk ve gücü simgelerken küpeler Bizanslı kadınların vazgeçilmezlerindendir. Küpelerde Roma formları kullanılmış, düğün hediyesi olarak en çok hilâl biçimli altın küpeler tercih edilmiştir. Roma’da yüzük vermek, o kişiye imza yetkisi vermek anlamına gelmektedir. Bizanslı kuyumcular da bu Roma geleneğine sonuna kadar sahip çıkmışlar ve Roma’lıların tüm yüzük tiplerini ve ve süslemelerini kullanmışlardır.
Osmanlılar ve Takı Sanatı
Osmanlılar’ın ihtişamı denince akla ilk gelen, imparatorluğun gücünü dolaysızca yansıtan, dostun ve düşmanın gözünü kamaştıran mücevherlerdir. Bunlar, gerek padişahın gerekse tüm yakın çevresinin kullandığı objelerdir. Her sanat dalında olduğu gibi takıda da yönlendirici unsur sarayın beğenisidir.Osmanlı Sarayı’nda takı kullanımı, Fatih’in İstanbul’u fethiyle birlikte giderek artmış, özellikle de geç dönemlerde abartıya dönüşmüştür. Osmanlı mücevherleri birçok kültürün zenginliğini barındırır.Bizans, İran, Hint, Rus ve Avrupa kültürlerinden izler taşır. XVII. yüzyıla kadar klasik Osmanlı motiflerinin ağırlıkta olduğu mücevherlerde XVIII. yüzyıldan itibaren Batı etkileri kendini göstermeye başlar. XIX. yüzyılda bu etkiler daha da belirginleşir.
Kuyumculuk, padişahlar tarafından her zaman desteklenmiş bir sanat dalıdır. Örneğin Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman, daha şehzadelikleri döneminde Trabzon’da kuyumculuk öğrenmişlerdir. Kuyumcu ustaları arasında Tebrizli, Bosnalı, Arnavut, Rus ve son dönemlerde ise Ermeni ve Yahudiler’e rastlanır.
Osmanlı kadınının en önem verdiği takı, baş süsleridir. Daha sonra sırasıyla diadem ve broşlar, kemerler, bilezik ve yüzükler gelir. Osmanlı’nın ince beğenisini yansıtan fantastik tasarım ise titrek denen hareketli broşlardır. Bunlar taşıyanın hareketine bağlı olarak arkalarındaki spiral bir yayla titrer.Bilezikler süslenme aracı olduğu kadar aynı zamanda bir tür sigortadır .Özellikle düz olanları bir ekonomik sıkıntı anında kolayca paraya çevrilebilir.
Kültürel yansımalar
Dünya kültürünü zenginleştiren farklılıklar en çok takı alanında kendini gösterir. Takılar, geçmişten günümüze geçirdikleri değişim evreleriyle toplumların yaşantılarına da ışık tutar. Her toplum kendi takı geleneğini oluşturuken farklı nesnelere benzer anlamlar yüklemiştir hiç kuşkusuz. Şark’ın esmer kadınları güzelliklerini bir hızmayla bezerken bir İngiliz prensesi, zerafetini boynuna taktığı bir pırlanta kolye ile yansıtır. Afrikalı “zürafa kadınlar”ın küçük yaşlardan itibaren boyunlarına taktıkları halkalar onları daha ince ve uzun gösterme kaygısı içermektedir. Ya da Fransız kontesin kendini pahalı mücevherlerle süslemesi… Hepsindeki ortak amaç, bulundukları toplumda değer kazanmak, ilgi görmek ve herkesten daha güzel görünmektir. Erkeklerde ise güç kaygısı güzellikten önce geliyor. Bu nedenle Afrikalı erkek burnuna geçirdiği çubuklarla görüntüsünü daha sert bir hale getiriyor. Tüm zamanların Avrupalı erkeği ise taktığı yüzük ve kolyeyle sınıfsal gücünü vurgulamayı hedefliyor.
Günümüzde Takı
Aradan geçen yüzlerce yıl takı sanatında da büyük değişimlere yol açtı hiç kuşkusuz. 1900 yılında Paris’te düzenlenen Uluslararası Sergi’de René Lalique’in standı, mücevher tutkunlarının ve uzmanların büyük ilgisine sahne oldu. Lalique’in Art Nouveau tarzında tasarladığı mücevherler takı sanatında bir çığır açtı. O’nu izleyen çağdaşları, Georges Fouquet ve Lucien Gaillard günümüz modern takı sanatının temellerini attılar. Artık ressam ve endüstri tasarımcıları da takı sanatının içine girmiş , çeşitli teknikler, alışılmadık malzemeler kullanılarak simgesel motifler yaratılmaya başlanmıştır. René Lalique’in küçüklüğünden beri çizdiği desenlerde doğadan esinlenmesi bu yeni akımın ana belirleyeni olmuştur. Takıda Lalique ile birlikte kompozisyon öne çıkar, taş ve maden yerini kompozisyona bırakır.Günümüzde takı imalâtı büyük bir sanayiye dönüşmüştür. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte artık değerli taş ve madenler çok daha saf hale getiriliyor ve çok ileri tekniklerle işleniyor. Altın, değerli taşlar, gümüş ve yarı değerli taşlar kullanılarak ve hatta ahşap ve deri gibi değişik malzemelere de yer verilerek hazırlanan takılar insanoğlunun evrensel süsü olmayı sürdürüyor.
“Takı onu kullanan insanı anlatmalı”, Ferda Erentürk, Mesa ve Yaşam Dergisi, Sayı 25