Telkaricilik yine kuyumculuk çok eskilere dayanan bir sanat dalıdır.Yurdumuzda (Midyat)Mardin ve Beypazarı’nda yoğunlukla icra edilmektedir.Telkari işçilikleri altın, kolye, küpe, broş, yüzük, gümüş kemerler ,çay tabak, kaşık ve tepsileri,sigara ağızları,sigara kutuları üzerinde sıkça görülmektedir.
İşleniş biçimi ise teknik olarak,biraz içindeki işçiliği nazaran kalınca yapılmış olan dış çerçeve içerisine üç köşe ince olarak çekilip-kıvrılıp astar silindirde yassıltılmış kısa kesilmiş telkari (vav) parçacıklarının virgül şeklinde bükülüp çerçeve iskelet içine belirli bir düzende dizilmesi ve kendine özgü bir şekilde boraksa batırılarak üzerine toz kaynak serpilip, işleme ile kaynatılması şeklindedir.En yaygın olarak yapılan ful küpeler,önce alt kısmı,sonra da üst kısmı yapılır ve daha sonra da üst kısmı yapılır ve daha sonra da üst kısmı bombelendirilerek alt kısmının üzerine monte edilerek kaynatılır.
Bir çok geleneksel sanatta olduğu gibi, telkâride de sanatkâr, işinde kullanacağı her türlü malzemeyi kendisi yapmak zorundadır. Yani usta, telkâride kullanacağı telleri kendi atölyesinde ham maddeden elde etmektedir. Öyle ise, bu sanat dalını anlatmaya, kullanılacak telin yapımı ile başlanabilir. Ocakta pota içerisinde eritilen maden (bu işte en çok kullanılan maden gümüştür, bazen altın ve başka madenler de kullanılır) çubuk haline getirilmek için kalıba dökülür. Yapılacak işin şekline göre çubuk döküm, üzerinde genişten dara doğru delikleri olan çelikten yapılmış haddeden geçirilir. Haddeden geçirme işlemi zor ve zaman alıcıdır. Hadde sağlam bir yere tespit edilmelidir. Haddenin geniş tarafından sokulan tel öbür ucundan çekilirken uzar ve aynı zamanda incelir. Maden, bu tekrarlar sırasında sertleşir; sertleştikçe tavlanır, yani kor haline gelinceye kadar ateşte bekletilir; sonra da haddeden kolay geçsin diye balmumuna daldırılır. Haddeden çekmek için özel penseler kullanılır. Haddeden çeken usta beline manda derisinden yapılmış, üzerinde madeni halkalar olan kalın bir kuşak bağlar. Kol gücünün yetmediği ve telin uzadığı zamanlar telin ucunu belindeki derinin madeni halkalarına takar ve beden gücünü de kullanarak işi sona erdirir. Bu yorucu çalışma, kalınlığı aşağı yukarı 0.5 cm olan gümüş çubuk 1 mm’ lik ince bir tel haline gelinceye kadar sürer.Her telkâri işi iki ana kısımdan meydana gelmiştir. Birincisi işin ana iskeleti olan ‘muntaç’ (kılavuz); ikincisi de muntaç içine yerleştirilmiş vav, kake, dudey, gül, tırtıl, güverse vb. isimlerle anılan her biri farklı biçimlerde yapılmış motiflerdir.
Çalışmaya önce muntaç yapımıyla, yani ana iskelet kurularak başlanır. Muntaçın tel kalınlığı motiflerin tel kalınlığının iki katıdır. Muntaçdan sonra ara boşluklar teker teker büyük bir titizlik ve sabır ile doldurulur. Bütün bu çalışmalar, ceviz ağacından kesilmiş düz yüzeyli bir levha üzerinde yapılır. Bu ceviz levha, üst yüzü yakılarak yağı alındıktan soma, ağır demir levhalar altında iki-üç gün bekletilerek kullanılacak hale getirilir. Son zamanlarda, ceviz levha yerine iletken özellikleri zayıf, yanmaz amyant levhalar da kullanılmaktadır.Bazı kaynaklar, ana iskeletin kurulmasında tellerin ‘lehim’le birleştirildiğinden söz etmektedirler. Bu bütünüyle yanlıştır. Çünkü bir gümüş işine lehim değdi mi, o iş hurdaya atılır. Lehim gümüşü çürütür.Gümüş tellerin birleştirilmesinde kullanılması gereken yöntem ‘kaynak’tır. Milimetrik tellerin kaynak yapılması çok güçtür. Çünkü ısı biraz fazla kaçırılırsa telin kendisi erir. Dolayısıyla bu çalışma büyük titizlik ve sabır ister. Bunun için önce, ayarı belli bir ölçüde düşürülen gümüş, eğelenerek küçük tanecikler halinde bir güderi parçası içine toplanır. Eğelenmiş gümüş bir kaba konur ve içerisine toz boraks katılır. Suya daldırıldıktan soma amyant üzerine yerleştirilen ana iskeletin her bir parçası bu gümüş-boraks karışımı ile kaynak yapılarak birleştirilir.İskeletin yapımından sonra motif yerleştirme işi, aynı şekilde kaynak yöntemiyle devam eder. Ancak motif yapımı uzun zaman alır. Bu yapım sırasında da büyük bir titizlik ve sabır gereklidir.
Bu kadar zor ve sabır isteyen, ama son derece zevkli ve güzel bir sanatın kaybolmasına insanın gönlü razı olmamaktadır. İnsanların bu sanata sahip çıkması ve yaşatılabilmesi için eğitim olanaklarının seferber edilmesi gerekmektedir.Ülkemizi dünyada tanıtabilecek ürünlerin üretilebildiği bir alan olan telkâri sanatını kaderi; azınlıkların kaderi ile aynı olmamalıdır.